Faydalı Bilgiler

Yetişkin Döneminde Şişmanlık

Şişmanlık Nedir?
Vücudun yağ kütlesinin yağsız (kas) kütleye oranının aşırı artması sonucu boya göre ağırlığın olması gereken düzeyin üzerine çıkmasıdır. Birçok sağlık sorunlarına yol açması nedeniyle şişmanlığın önlenmesi gerekmektedir.

Şişmanlık Nasıl Saptanır?
Şişmanlığı ve şişmanlığın boyutunu saptamak için çok çeşitli yöntemler vardır. En çok bilinen ve kullanılan yöntem beden kütle indeksine (BKİ) göre değerlendirme yöntemidir. Beden kütle indeksine [kg/boy(m2)] göre yetişkinlerin vücut ağırlıklarının değerlendirilmesi Tablo’da gösterilmiştir.

Çocukluk ve Ergenlik Döneminde Obezite

Şişmanlık (obezite) vücuttaki yağ miktarının artması olarak tanımlan­maktadır. Şişmanlık yaşam boyu süren kronik bir enerji metabolizması bozukluğu olup, vücuda harcanandan fazla enerji alınmasıdır. Vücutta yağ dokusunun yani yağ hücrelerinin çapının büyümesi (hipertrofi) ve yağ hücre sayısındaki artış (hiperplazi) olarak tanımlanmaktadır. Çocuk ve gençlik döneminde ortaya çıkan şişmanlığın, gelecekte bu bireylerde birçok sağlık sorununun ortaya çıkmasına neden olacağı düşünülmekte­dir. Çocukluk çağı şişman bireylerin ileride yaklaşık % 30’unun şişman yetişkinler olacağı rapor edilmektedir.

Şişmanlık kronik bir hastalıktır, tam iyileşme enderdir, daha çok kısmi iyilik hali görülür. Yeniden kilo alımı sıktır ve genellikle hızlıdır. Kilo kaybı yavaş olmalı, büyümeyi etkilememelidir. Hipertansiyon, dislipidemi, insü­lin direnci ve özellikle ağır psikolojik strese yol açması nedeniyle önemli bir morbidite nedeni, genetik, davranışsal ve çevresel etmenlerin etkisiyle karmaşık bir hastalıktır.

Şişman çocukların çoğunluğunda şişmanlığa neden olabilecek tıbbi bir neden olmayabilir. Bu çocuklar eksojen obezite olarak yorumlanmaktadır. En belirgin özellikleri yorgunluk, nefes almada güçlük, hareket azlığı ve bacaklarda ağrı yakınmalarıdır. Çoğunun doğum ağırlığı ortalama bebek­lerden farklı değildir, prepubertal yaşlarda yaşıtlarından daha uzun olabi­lirler, oysa erişkin boyları beklenenden az olarak saptanmaktadır. Besin alımları genellikle yemek seçici, yemek saatleri düzensiz, diyet öyküleri aşırı besin tüketici ve atıştırıcı tip, ödül olarak şeker ve aşırı karbonhid­ratlı besin tüketen ve bol yağlı özellikle kızartmaya eğilimli, sebze-meyve tüketimi az, et tüketimi fazladır. Sağlık üzerine etkilerine bakıldığında bu çocuklarda yürüme gecikir, sıklıkla pişik ve deri enfeksiyonları görülür, büyümenin erken tamamlanması nedeniyle kemik yaşları yaşıtlarına göre ileri, düz tabanlık ve bacaklarda eğrilik, erken ergenlik belirtileri, kalp-da­mar hastalıkları, yüksek kan lipid profili en çarpıcı belirtileridir. İleriye dö­nük gastrointestinal sorunlar (safra kesesi taşları) uyku apnesi, nörolojik komplikasyonlar, endokrin sistem bozuklukları, psikososyal sorunlar ve kanser riski gibi hastalıklar oluşabilir.

Tuz Tüketimi ve Sağlık

Dünya’nın besin kaynakları içerisinde tuzun önemli bir yeri vardır. Salary (ücret) kelimesinin, salt (tuz) dan geldiği iddia edilmektedir.
1700’li yıllara kadar tuz sadece besinlerde kullanılıyordu.

Lezzet anlayışı 1800’li yıllarda değişmiş ve insanlar daha az tuzlu besinleri tercih etmeye başlamıştır. Ondokuzuncu yüzyıl süresince de tuz kullanmanın dışında, besinleri saklama, konserve yapma, dondurma ve buzdolabında saklama yöntemleri gibi diğer yöntemler de kullanılmaya başlanmıştır. Yirminci yüzyılda ticari konserveleme, dondurma ve soğuk taşımacılığın gelişmesiyle, insanların yılın her zamanında taze besinleri bulması kolaylaşmıştır. Günümüzde tuz besin eklemesinden daha çok endüstriyel amaçla kullanılmaktadır.
Tuzun Tanımı
• Tuz, besinlerin bileşiminde bulunduğu gibi, göllerden, denizlerden ve kayalardan saf olarak da elde edilir. Sofra tuzunun asıl adı “sodyum klorür”dür. Tuzun %60’ı klor, %40’ı ise sodyumdan oluşur.
• Tuz lezzet verici olduğu kadar, sodyum ve klor gereksiniminin karşılanması için de önemlidir.

Kanser ve Beslenme

Obezite-Kanser:
Özellikle meme, kalın bağırsak-rektum ve kan kanserleri obez bireylerde normal ağırlıktakilere göre daha fazla görülmektedir. Yağ tüketiminin yüksek olması obeziteye neden olmaktadır. Yağlı besinler ve bozulmuş yağ tüketimi, kanser yapıcı ve ilerletici maddelerin de alımının artmasına neden olmaktadır.

Karbonhidratlar ve Kanser:
Besinlerde bulunan karbonhidratların başlıcaları şeker, nişasta ve posa’dır. Nişasta; tahıllar ve bunlardan yapılan yiyecekler, kuru baklagiller ve patateste bulunur. Sütte ve tatlı besinlerde şeker vardır. Et, tavuk, balık ve yumurta karbonhidrat içerikleri hiç olmayan veya çok az olan besinlerdir. Sebze, meyve, tahıl ve kuru baklagiller tanelerinin dış kısmında posalı maddeler bulunur. Karbonhidratlar başlıca enerji kaynağımızdır. Gereksinimin üzerinde alınması obeziteye neden olur. Bunun yanı sıra, kepekli tahıl ürünleri, kuru baklagiller, taze sebze ve meyvelerin fazla tüketilmesi, posa alımını arttırıp bağırsakların düzenli çalışmasını sağlayarak kalın bağırsak-rektum kanserinin önlenmesinde etkindir.
Yağ ve Kanser:
Her türlü yağın fazla alınması özellikle meme, prostat, testis, rahim, yumurtalık ve kalın bağırsak-rektum kanserlerinin oluşum riskini arttırmaktadır.

Kan Şekerini Etkileyen Besinler

Karbonhidratların en küçük parçası olan glukoz, kan şekerini oluşturur. Vücuttaki bütün hücreler glukozu kullanır. Diğer monosakkaritlerin (fruktoz ve galaktoz) vücutta kullanılabilmeleri için karaciğerde glukoza çevrilmeleri gerekir. Açlık durumunda sağlıklı bir bireyin kan glukoz yoğunluğu 70-100 mg/dl’dir. Normal kabul edilen miktarların alt ve üst sınırları kan glukozunun belirlenmesinde kullanılan yönteme göre farklılık gösterir.

Kan şeker düzeyi, yemek yendikten sonraki ilk saat içinde 120-140 mg/dL’ye yükselir. Yemek sonrası kan şekerinde görülen artışın hızı ve miktarı diyetin örüntüsüne göre farklılık gösterir. Karbonhidrat emilimi tamamlandıktan iki saat sonra normal seviyesine döner. Kompleks karbonhidratlar basit karbonhidratlara oranla kan şekerini daha yavaş yükseltirler. Kan şekerinin düzenlenmesinde esas organ karaciğerdir. Yemek sonrasında kan şekeri yükseldiğinde insülin salınımı artar, bağırsaklardan emilen glukozun çoğunluğu karaciğerde glikojene çevrilir ve depolanır.

Şeker Hastalığı ve Egzersiz

Şeker Hastalığı (Diyabet) Nedir?
Vücudun kendisi için gerekli olan insülini yeteri kadar üretememesi ve/veya var olan insülini gerektiği gibi kullanamaması sonucu ortaya çıkan ilerleyici bir metabolizma hastalığıdır. Bu hastalıkta, kandaki şeker miktarı normalden oldukça fazladır. İnsülin, pankreas tarafından salgılanan bir hormondur. Yiyeceklerle vücudumuza karbonhidrat alırız. Karbonhidratlar barsaklarda sindirilerek glukoza (şeker) dönüştürülür. Glukoz daha sonra kan yolu ile vücuttaki bütün hücrelere taşınır. Glukozun kandan hücrelere taşınarak enerjiye dönüşümünü insülin gerçekleştirir.
Yemeklerden sonra kandaki glukoz miktarı artar. Sağlıklı kişilerde artan glukoz çok hızlı bir şekilde normal seviyelerine iner. Şeker hastalarında ise, insülin yokluğu veya azlığı nedeni ile bu işlev gerçekleşemez. Glukoz hücre içine taşınamaz ve şeker kanda birikmeye başlar.

Besin Allerjileri

Beslenme insanın büyüme, gelişme, sağlıklı ve üretken olarak uzun süre yaşaması için gerekli olan öğeleri vücuduna alıp kullanabilmesi ola­rak ifade edilebilir Toplumun geleceği çocukların sağlıklı büyüyüp gelişmesine bağlıdır. Çocukluk çağında kazanılan doğru beslenme alışkanlıkları daha sonra­ki yaşlarda sağlığın korunması ve kaliteli bir yaşam sürdürebilmesi için önemlidir. Bireyler birbirlerinden yaş, cinsiyet, aktivite, ailesel geçmiş ve hastalık durumları gibi çeşitli yönlerden farklılık göstermektedir.

Kalsiyum D Vitamini ve Osteoporoz

Yetişkin bir insanın vücudunda 1.2 kg kalsiyum bulunur, bu vücut ağırlığının yaklaşık %2’sini oluş­turmaktadır. Kalsiyumun büyük çoğunluğu kemik ve dişlerin yapısında, geri kalanı yumuşak dokularda ve az miktarı da vücut sıvılarında bulunur. Kalsiyum­la birlikte kemiğin yapısında magnezyum, flor, çinko ve sodyum gibi mineraller de vardır.

Besinlerimiz ile aldığımız kalsiyumun ancak %30-40’ı emilebilmektedir. Emilemeyen kısım ise dışkı, idrar az miktarda da deri ve saç ile atılır.

Kalsiyum nasıl emilir?
Emilimi azaltan etmenler:
• Diyetin posa içeriğinin yüksek olması
• Sindirim ve emilim bozuklukları
• Fazla miktarda çinko ve alüminyum alımı (özellikle preparat olarak)
• Menopoz döneminde östrojen hormonunun salgısının durması veya azalması
• D vitamininin yetersizliği
• Besinlerin bileşiminde bulunan oksalat, fitat gibi öğeler (Tahıllardaki fitik asit ve ıspanak gibi bazı yeşil yapraklı sebzelerde bulunan ok­salik asit; kalsiyum ile birleşerek suda erimeyen tuzları oluşturur ve emilimi azaltırlar)
Emilimi arttıran etmenler:
• Besinlerdeki kalsiyum-fosfor dengesinin uygunluğu
• Gebelik ve emziklilik vb. gereksinmenin arttığı durumlar
• D vitamininin varlığı

Gebelik ve Egzersiz

Son yıllarda kadınların çeşitli egzersiz programlarına olan ilgilerinin gi­derek artması, bu aktivitelerin gebelikte de sürdürülmesine, hatta özellik­le bu dönemde estetik kaygılarla egzersiz yapma isteğinin artmasına yol açmıştır.
Fiziksel yönden aktif olan kadınların daha kolay doğum yaptıklarına dair kanıtlar çok eskilere dayanmaktadır. Aristotales, zor doğumların se­danter (pasif) yaşam biçiminden kaynaklandığını belirtmiştir. İbrani kölele­rin diğer kadınlardan daha kolay doğum yaptıkları kutsal kitapta yazmak­tadır. Yirminci yüzyılın başlarında egzersiz önerileri temiz havada yürüyüş yapmakla sınırlıyken 1930’larda daha aktif egzersiz programlarının ilk te­melleri atılmıştır. Vaugh’un perine (vajen etrafındaki) kaslarını güçlendirici çömelme egzersizleri, Read’in solunum teknikleri, Lamaze’ın psikoprofi­laktik doğum yöntemleri bu dönemdeki örneklerdir.

1940 ile 1960 yılları arasındaki dönemde egzersiz programları yukarı­daki öneriler ve açık havada yapılan yürüyüşlerle sınırlı kalmıştır.
Ancak son yıllarda giderek daha fazla kadın, gebelikte koşu, aerobik koşu gibi çeşitli egzersiz programlarına katılmak ya da yaptıkları sporu sürdürmek ister hale gelmiştir.
Gebelikteki emosyonel (duygusal), sosyal ve psikolojik durumlar, fi­ziksel uygunluğu etkiler. Fizyoterapist bunlara karşı duyarlı olmalı ve dil, etnik köken, kültürler, fırsat eşitliği ve kadının özel gereksinimleri gibi di­ğer konuların da farkında olmalıdır. Fizyoterapistin gebe kadına yaklaşımı dostça, esnek, bireysel ve eğer mümkünse kanıta dayalı olmalıdır.
Kadınların çoğu, günümüzde, yaşam tarzlarının içine düzenli egzersizi de katmış olup bunu gebelikte de sürdürme arzusundadırlar. Azınlıkta ka­lan bir grup kadın ise, ilk kez gebe kaldıklarında egzersiz yapmaya karar verirler.

Fiziksel Aktivite ve Sağlığımız

İnsanoğlu asırlardır yaptığı buluşlarla her gün yeni ufuklara yelken açmaktadır. Bunların çoğu teknoloji alanında insanın hizmetine sunulan gelişmelerdir. Her geçen gün, yaşam kalitesinin arttırılması adına günlük yaşam içersinde kullandığımız pek çok iş ve aktivitenin daha zahmetsiz ve daha az enerji kullanarak yapılmasını sağlayacak araçlar geliştirilmekte¬dir. Ancak bireylerin aklını, yaratılıcılığını, zaman zaman fiziksel gücünü, enerjisini ve reflekslerini kullanarak ortaya çıkardığı davranış modellerinin teknolojik araçlar yardımıyla üstlenilmesi yaşam kalitesini arttırıyor gibi görünse de genellikle yaratılan boş zaman ve enerji yine yaşam kalitesinin arttırılmasına yönelik olarak değerlendirilememektedir.